Özlem önen

Küresel olarak etkisini hissettiren salgın nedeniyle zor zamanlardan geçmekteyiz. “Bana bir şey olmaz” yanılgımızın sarsıldığı, öngörülebilir olan tüm yaşam uğraşlarımızın ertelenmek, hatta durmak zorunda kaldığı ve ne zaman eski ritmine döneceğini bilemediğimiz bir süreç geçirdik ve geçirmeye devam ediyoruz.

Temposu ve sıralaması belli olan günlük rutin işlerimizin birinden ötekine koşturmakta iken kendi yaşamımızı kontrol edebildiğimize dair özgüvenimiz bize sağlam bir çerçeve çizmekte idi. Oysaki sonlanma zamanı belirsiz olan bu viral tehdit tüm kontrol hissimizi yerle bir etti; belirlenmiş rutinlerimiz, öngörülebilir işlerimiz bize iyi hissettirirken, belirsizlik bizleri kaygı ile baş başa bıraktı.

Kaygının belli bir düzeye kadar var olması olağandır, hatta bizi motive edici bir etkisi de olmaktadır. Ancak günlük işlerimizi yapmaya engel olacak düzeyde olan kaygı, yaşam kalitemizi olumsuz yönde etkileyecektir.

Karşılaştığımız bu belirsizliği nasıl karşılayıp onu hangi şekle evrilttiğimiz önemlidir.

Belirgin bir korkuyu tetikleyen bir tehdit varlığında verilen çeşitli tepkiler vardır. S. Akhtar korkunun tersini oluşturan durumları korkusuzluk, tersine fobi ve cesaret olarak tanımlamaktadır. Korkusuzluğa örnek olarak 12-18 ay arası bir bebeğin gelişimsel süreci içinde kendisi için tehlikeli olabilecek davranışlarda bulunması verilebilir. Ebeveynin sık uyarıları ve tekrarlayan düşme ve yaralanmalar sonucunda canının yandığını hisseden bebek, giderek daha temkinli davranmaya başlamaktadır. Ters fobi durumu genellikle ergenlerde görülen sosyal ve davranışsal gözü pekliklerdir (hızlı araç kullanımı, madde denemek, otorite ile restleşmek gibi). Uygun bir çevre ve ebeveyn desteği ve sağlıklı büyüme süreci içinde dengeli bir şekilde sonlaması beklenen davranışlardır. Cesaret ise kişinin duruşunun ve eylemlerinin olumsuz sonuçları olabileceğini bilmesi ve buna rağmen kendisini tehlikenin boyutu ile mücadele edecek şekilde hazırlamasıdır. (1)

Tüm dünyayı sarsan ve yaşamı tehdit edici etkileri olan bir virüsle karşılaşma riskinin yaşantımızı derinden etkilemesi kaçınılmazdır. Sadece günlük rutinlerimizi değil, sevdiğimiz kişileri kaybetme kaygısı da taşırız. Temel güven duygumuz sarsılır, belirsizlik bir süre yaşantımıza hâkim olabilir. Ancak bu durum sonsuza dek sürmeyecektir. Kişisel koruyucu önlemlerimizi alarak bu süreci en az riskle tamamlamaya çalışmamız, bireysel olarak güçlü bir farkındalık hissine de sahip olduğumuz anlamına gelir. Böyle bir risk karşısında cesaret, farkında olduğumuz tehdidin olumsuz sonuçları da olabileceğini kabullenerek hem bu tehdit ile hem de kendi bireysel güçlüklerimizle mücadele edecek bir konum alabilmemizdir.

Sağlığımız yerinde ve sevdiklerimiz de güvende ise bu süreci yapmak istediklerimizi gerçekleştirmek için bir fırsat olarak değerlendirebiliriz belki de. Güvende olduğumuz deniz çalkalanmış ve su bulanıklaşmış olabilir ancak su yeniden durulana kadar biz kendimizi gerçekleştirmeye çalışabiliriz. Regresyon (gerileme) olmadan progresyon da (ilerleme) gerçekleşmemektedir. Hedeflediğimiz alanlara dair tatmin edici sonuçlara ulaşabilmemiz için sancılı bir oluşum sürecinden geçmemiz gerekmektedir. K. Sayar “Bir krizin içinden geçen kişi, eski hayatının sarsıldığı ve eski yapılardan kurtulması gerektiğini kabullenmek zorundadır” demektedir. (2)

Bebeğin çocukluğa doğru gelişim sürecinde yaşamın 15-24. aylarını Mahler “yeniden yakınlaşma alt dönemi” olarak adlandırmaktadır. Bu dönemde yürüme ve hareket becerilerini kazanıp geliştiren çocuk giderek ayrı bir birey olduğunu fark etmekte ve anneden uzaklaşma denemeleri yapmaya başlamaktadır. Çocuğun hareketlilik ve çevreyi keşif çabaları sürmektedir ancak bir yandan da daha önceki aylarda kayıtsız kaldığı vurup çarpmalara, düşmelere karşı artık daha hassaslaşmakta ve anneden ayrı olduğunun farkına vardığında aniden morali bozulabilmektedir. Bu dönemde en çok zevk aldığı şey ise sosyal etkileşimlerdir (McDevin ve Mahler 1989). Ayrılığın ve sınırlılıkların farkına varılmasıyla, hem kendine olan sevginin, özgüvenin azalması tehdidi, hem de kendi büyüsel, omnipotan (tümgüçlü) yanlarına inancın çökmesi tehdidi belirir (I. Vahip, 1993). (3) İşte salgın dolayısı ile dört duvar arasına sıkışmış hissettiğimiz ve temel güven duygumuzun sarsıldığı bu kriz ortamında muhtemelen her birimiz bir miktar bu karmaşık hislere regrese olduk; aynı zamanda da sevdiklerimizin, dostlarımızın sesini dijital nimetlerden yararlanarak duyabildiğimizde mutlu olduk.

15-24 aylık dönemde anneye dair nesne sürekliliği kazanıldığında, anne ulaşılabilir konumda olmasa da çocuk zihninde intrapsişik olarak bu imaja ulaşabilmekte ve duygusal gereksinimini karşılayabilmektedir. Salgının ilk korkutucu etkilerini geride bırakmaya ve kendi iç dünyamıza ait rahatlatıcı yönleri devreye sokabilmeye başladığımızda biz yetişkinler de artık çözümlenmesi gereken hedeflerimize yönelik yeni stratejiler geliştirebileceğiz.

Saplandığımız karmaşık regresif dönem her birimiz için çok olası ve beklenen süreçler. Önce zorlanıp sonra silkeleneceğiz ve güvenilir olmayan kaygan yaşam zeminini daha yaşanılır kılacağız. Önceden beri var olan zorlukların çözümünü de bulmaya çabalayarak.

Kaynaklar

* S. Akhtar. “Korku”. “Acının Kaynakları” içinde. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 2014

** K. Sayar. “Salgın Bize Ne Öğretiyor”. “Kaygı Çağı” Kitabı. 1. Basım2020

*** I Vahip. Türk Psikiyatri Dergisi, 1993; 4(1):60-66