Mehmet Ömür

Fotoğraflarla ilgili yazıların çoğu fotoğrafın tanımıyla başlar ve kelimelerin anlamından yola çıkılarak bu ışıkta yazmaya gönderme yapılır. Oysa ben, fotoğrafın özelinden çıkılıp görüntü, görsel, imaj, imge ve resme gidilerek hatta 1 saniyede ardı ardına gösterilen 24 fotoğrafa yani hareketli fotoğrafa söz vererek konuyu anlatmak daha yerinde olacaktır diye düşündüm.

Resim mi Fotoğraf mı?

Fotoğraf ve resim ilişkisine gönderme yapan bir slogan vardı bir süre “ resim yapılır fotoğraf çekilir” diye. Oysa fotoğraf da bir resimdir. Dış dünyamızdaki görüntünün fırça boya yerine makine aracılığı ile gösterilmesi, resmedilmesidir. Mehmet Yılmaz’ın “Fotoğraf resimdir” adlı kitabı çok güzel bir şekilde bu sloganı çürütmektedir. Kitapta Aysel Gürel‘in şarkısındaki sözlerine yer verilir. Aysel Gürel “Hiç titremedi elim sanki sen değildiler. Resimleri indirdim duvardan birir birer” der “O şarkıyı henüz yazmadım” adlı şarkısında. Buna benzer başka şarkılar da var. Erol Evgin’in “İşte Öyle bir şey” şarkısından bir bölüm;

Hani eski bir resme bakarken
Hani yılları sayar da insan
Hani gözleri dolar ya birden
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey.

Son olarak da Cem Karaca’dan Resimdeki göz yaşları;

Birgün belki hayattan
Geçmişteki günlerden
Bir teselli ararsın
Bak o zaman resmime
Gör akan o yaşları

Benden sana son kalan
Bir küçük resim şimdi
Cevap veremez ama
Ağlar yalnızlığına

Hangi sevgiliye dökülen gözyaşları?. Resim kelimesi fotoğrafla özdeşleşmiş ve selfi çektirmenin moda olduğu şu günlerde dilimize “Haydi bir Resim çekinelim mi” olarak da girmiştir.

Fotoğrafın Gücü

Fotoğrafın gücü denilince aklıma hemen Kevin Carter’in “Akbaba ve Çocuk” fotoğrafı gelir. Kevin Carter bu fotoğrafla 1994 Pulitzer ödülü almış, üç yıl sonra da intihar etmiştir. Fotoğraf açlıktan ölmekte olan bir çocuğun ölümünü bekleyen bir akbabayı gösterir. Çoğu insanda yoksa akbaba, fotoğraf peşindeki fotoğrafçı mı düşüncesi oluşmuştur. Fotoğrafı görünce insanın aklına ilk başta “ne vicdansız bir fotoğrafçı, çocuğu kurtarmak yerine fotoğraf çekmekte” düşüncesi gelir. Ardından da hassas insanların aklına “dünyanın çektiği açlık sorunu” gelir. Aslında bu fotoğrafta da her fotoğrafta olduğu gibi bir görünen bir de görünmeyen kısım vardır. Bu durum fotoğrafın doğasında olan bir şeydir; fotoğrafçı tercihini kullanarak bazen de mecburiyetten kadrajının içine bazı konuları sokar bazılarını da dışarıda bırakır. Kevin Carter da bu fotoğraftaki çocuğun hemen ötesinde yemek kuyruğunda bekleyen akrabalarını kadraja almamış ve çocuğu ölüme terk edilmiş çocuk gibi göstermiştir. Basında uzunca bir süre polemik konusu olan bu fotoğraf ve fotoğrafçının zaten bozuk ruh sağlığı, fotoğrafçısını ölüme götürmüştür. Çocuk da 14 yıl sonra sıtmadan ölmüştür.

Eğer konu “Açlık” olmasaydı fotoğrafın gücüne çok taze bir görüntüyle başlardım. George Floyd’un 8 dakika 43 saniye boynunun üzerine çöken Amerikan polisinin fotoğrafını burada ilk sıraya getirirdim. Bu görüntüler o kadar güçlü ki Amerika Birleşik Devletleri’nde neredeyse devrime yol açacak hissi yaratmaya başladı. En azından seçimlerin sonucunu değiştirebilecek bir kızgınlığa yol açtı. Biz de fotoğrafa bakarken nefessiz kaldığımızı hissettik. Billboardlara da “George’un resmiyle birlikte “I CAN’T BREATH” cümlesi döşendi.

İktidarın bunları dikkate almamış olması mümkün değildir diye düşünüyorum. Fotoğraf o kadar güçlü bir araçtır ki bırakın iktidarların değişmesini savaşların bitmesine bile yol açar. İşte size 2 fotoğraf. Bu fotoğraflar Amerikan halkını bilinçlendirerek savaş karşıtı hareketleri arttırmış ve hükumetin savaşı durdurma kararında önemli bir rol almıştır.

Bu fotoğraflara bakarken öfke duyarız, üzülürüz, hatta gözyaşı dökeriz. İşte fotoğraf bu kadar güçlüdür. Ancak photoshop çıkalı beri belki de çok daha öncesinden beri fotoğraflar manipüle edilir ve onlara bilinçli olarak yalan söyletilir. Bu durum çeşitli amaçlarla yapılır. Reklamlarda, politik kampanyalarda, propaganda aracı olarak veya sanatta kullanılabilir. İşte birkaç örnek.

Fotoğraf 1839’da bulunmuş ve Fransız Daguerre adlı fotoğrafçı buluşu için devletten yardım almıştır. Birkaç sene sonra fotoğraf tekniğinde önemli bir aşama kaydeden Hyppolite Boyer kendisinin devlet tarafından desteklenmemesini protesto etmek için kendisin nehirde intihar etmiş olarak gösteren bir fotoğraf çeker. Bu fotoğraf ilk fotoğrafın ilk manipüle edilmesidir. Yıl 1840, fotoğrafın bulunuşundan tan bir yıl sonra.

                                                     ‘Baygınlık’

Daha sonra Henry Peach Robinson’un “Baygınlık” adlı fotoğrafı gelir. 5 değişik negatif kullanarak 1858’de, o günün koşullarında mükemmel bir görüntü elde etmiş ve kafasındaki öyküyü, gerçek olmasa da anlatmıştır. Bugün photoshop aracılığı ile fotoğrafa söyletilen yalanların haddi hesabı kalmamıştır. Hangi fotoğrafa inanacağımızı bilemez hale gelmişizdir. Fotoğrafa şüpheyle bakılmaya başlanılmıştır. Fotoğraf propaganda aracı olarak kullanılmaktadır.

Birkaç örnek isterseniz işte; bazı politikacılar arkalarındaki 30 kişiyi 3000 kişi diye yutturmaya çalışmaktadırlar.

Avrupa’ya kapı açtıran fotoğraf

En son örnek Bodrum’da kıyıya vuran Aylan bebeğin Avrupa’nın göçmenlere kapıyı açtırtması vardır.

İşte fotoğrafın gücü budur. Fotoğrafların yaşamları vardır. Görüntünün Yaşamı ve Ölümü adlı eserinde Régis Debray bu konuya değinmektedir. Görüntüler ölür mü? diye sorduğunuzu duyuyorum. Buradaki ölüm, görüntüden çok bakışımızın ölmesidir. Fotoğraflara inancımız azaldıkça şöyle bakar geçer oluyoruz. Tabii ki bakışın olmadığı yerde görüntü de olmaz veya ölür. Aynı insanın olmadığı yerde sesin olmadığı gibi. İnsanın olmadığı bir ormanda yaprağın düşmesi, sesi var mıdır?

Fotoğrafın gücü derken fotoğrafla intikam alanlar da var. İşte isimleri lazım olmayan bir manken ve intikam almak için cinsel içerikli videolarını sosyal medyada paylaşan eski sevgilisinin hikâyesi. 2000’li yılların başında tüm basının odağı olmuş ve görüntünün bu yöndeki gücünü de kanıtlamıştır.

Reklam, sinema, televizyon, bilgisayarlar, hatta oyun ekranları ve güvenlik kameraları, görüntü her yerdedir.

Sanatsal imge, benzersizliği ve yayılması üzerinde yazılan yazılar çoğunlukla ticari ve/veya politik yönlere ağırlık verir. Daha sonra reklamcılık ya da gazeteciliğin sansasyonları konuşulur.

Görüntü, taşıdığı bilgilerle hayal gücümüzü zorlar. Her şey sonuçta bir eğitim meselesi değil midir?

İmge kendisini gerçeklik olarak dayatır, oysa onu taklit etmek için tüm araçlara sahiptir: Fotoğraf montajlarında bu durum gayet güzel görülür.

Yine görüntü çoğu zaman sanatsal zenginliğe ulaşmaz, çünkü klişeleşmiş bir hayal gücü taşır; tıpkı reklamlarda olduğu gibi.

Görüntü mahremiyeti ihlal ediyor ve sadece ticari amaçlara hizmet ediyor olabilir, paparazziler bu konuda uzmandırlar.

Görüntü güçlü bir sembolik yoğunlaştırma gücüne sahiptir ve anlamaya yardımcı olur: örneğin eğitimde kullanılan görüntüler.

Fotomuhabirlik ve savaş fotoğrafçılığı ise bambaşka bir alandır, burada fotoğrafın evrensel bir dili vardır.

Görüntü, enstantaneyi yakalamanın yanı sıra bir duyguyu doğurma kapasitesinde kendi başına bir sanat oluşturur:

Fotoğraf, günlük yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır.

Toplumlarımızdaki aşırı yayılım hızıyla, fotoğrafın aşırı mevcudiyeti bizde artık bir görme uyuşukluğuna, bir görme körelmesine neden olduğunu iddia edebilir. Başkaları üzerinde hâkimiyet kurmak, fotoğrafçılığa, sosyal ilişkileri içeren üstün bir rol biçer.

Susan Sontag’a göre, “bu tür görüntüler gerçekliğin yerini alma gücüne sahiptir”, çünkü başlangıçta (altını çizmekte yarar varıdır) fotoğraf sadece bir görüntü değil gerçekliğin bir yorumudur; aynı zamanda bir izdir.

Fiksel anlamda “etki sahibi olma” veya “bir davranışı değiştirme” anlamında kullandığı bir güçtür fotoğraf.

Acı veren, öldüren, heyecanlandıran, rahatlatan fotoğraflar vardır. Mide bulandıran, tüylerinizi diken diken eden, sizi ürperten, ağzınızın suyunu akıtan, ağlatan, cinselliği kışkırtan (bu konunun dünyanın en önemli sektörlerinden biri olduğu hepimizin malumu), bazı fikirlerin doğmasına neden olan, yaratıcılığı kışkırtan, karar verdiren, ihtiyacınız olmayan şeyleri satın aldıran, başkanları seçtiren fotoğraflar sanıyorum hepimizin gözleri önüne geliyor. Bu kadar özelliği üzerinde toplayan fotoğrafın gücünden şüphe etmeye gerek var mı?

Duyguları bu kadar kışkırtan ve fotoğrafın hareketlisi olan sinema ise başka bir konu, ona burada girmeye gerek yok.

Régis Debray, Vie et mort de l’image yani “Görüntünün yaşamı ve ölümü” adlı eserinde kelimelerin toplum üzerindeki etkisini inceledikten sonra, görüntünün kullanımının evrimini inceler.

Fotoğraf kendini belirli sosyal ve politik meselelerle donatılmış özerk bir yetkinlik alanı olarak iddia etmektedir. Dünyada olup biten ciddi olaylardan dünyanın tamamının haberdar olmasını sağlamak, bilinçlendirip harekete geçmek gibi bir hedefi vardır. Artık fotoğraf teknik bir araç olmaktan çıkıp ideolojik bir araç olma aşamasına geldi. Fotoğraf başlangıçta fotoğrafçının yaptığı seçimler iken bugün bir seçimden daha fazla manipüle edilecek bir gerçeklik haline gelmiştir.

Fotoğraf görüntüsü artık özerk bir nesne değildir, bir niyettir, kendisini tamamen iletişimin hizmetine vermiştir.

 

Beklentilerimiz zaman içinde değişti

Artık görüntünün büyüsünü veya estetik değerini pek fazla aramıyoruz. Beklentilerimiz yerine “görüntülerdeki hayal kırıklığımızdan” bahsediliyor. Görüntülerin çoğalması görüntünün değerini düşürüyor.

Fotoğraf artık fotoğraf olarak analiz edilmiyor, “dünyanın bir işareti” haline geliyor. Burada görsel/visual dil gündeme geliyor. Bazı kalıplar, kodlar, logolar yardımıyla görüntü kolay algılamamızı sağlamaya çalışıyor.

Uzun bir süre önce fotoğraflarda sihrin var olduğunu, yani görüntüde görünmez olanı görmeye çalıştığımızı, görüntünün Tanrı ya da tanrı gibi bir yücelme ile ilgili olduğunu düşünürdük. Daha sonra fotoğraflara estetik girdi.

Şimdi ise fotoğrafların ekonomik boyutu ağır basıyor. Yani fotoğrafla ilgili görüşlerimiz zaman içinde değişiyor.

Ama artık yavaş yavaş gerçekte bazı şeylere bakmıyoruz bile. Artık başkalarına, bazı yüzlere bakmıyoruz yani fotoğraflarda başkaları olduğunda erkekler, kadınlar, manzaralar, insanlar, gariplikler olduğunda bize başka şey söylüyor. Görsellerde ise kalıplar, logolar, reklamlar, işaretler bize başka şeyler söylüyor. Görüntü enflasyonu veya devalüasyonu ortaya çıkıyor. Görüntüler, fotoğraflar, görseller birbirine karışıyor ve biz bu kadar görüntü karşısında aptallaşıyoruz. Tükeniyoruz. Bir tükeniş, bir bitiş söz konusu. Bakmaktan vaz mı geçelim? Bu mümkün mü? Bütün kaynaklardan bize dayatılan bu görüntü bombardımanına nasıl karşı durulur? Belki bundan sonra kendimize sormamız gereken sorular bunlar.

Televizyon seyrederken kanallar arası zaplama hızımız giderek artıyor. Görüntü tüketimi hızlanıyor. Yakında bir görüntüden diğer görüntüye belki de ışık hızında geçmeye başlayacağız.

Acaba gözümüz ve algılamamız hatta duygularımız bu sürate yetişebilecek mi? Burada da Afrika’da yerlinin beyaza sorduğu soru aklıma geliyor. Niye bu kadar süratli gidiyorsunuz? Ruhunuz yetişemeyecek” gibi bir şeyler hatırlıyorum. Bir filmde görmüştüm.

Görüntüler mi yoksa kelimeler mi daha güçlü

Gelelim kelimeler mi daha güçlü görüntüler mi daha güçlü konusuna. Yukarıda bazı fotoğrafların yarattığı dönüşümlere dikkat çekmiştik. Sözler de çok güçlüdür. Kudüs’te bir din adamı çıkar ve dünyanın en çok satan kitabını yazar, dünyanın yarısını kendine mürit yapar. Karl Marx adlı bir başkası bir başka şey söyler, bazı ülkelerin kendi düşünceleriyle yönetilmesini sağlar.

 

Söz mü resim mi konusu derindir. Ama belli ki söz yazıdan doğru geçerek tarih içinde yerini resme bırakmıştır veya bırakmak üzeredir. Her ne kadar sözleri ve yazdıkları ile kitleleri etkileyip toplumları ölüme sürükleyen Hitler gibi liderler daha çok yeni ve hafızamızda büyük yer kaplıyor olsalar bile görüntü çok önemlidir. Luther ve bazı politikacıların sözleri çok etkili olsa bile bugün fotoğrafların desteği olmasa o kadar güçlü olamazlar.

 

 

İmaj var imajinasyon da var

Sözümü “imaj var ama imajinasyon da var” diyerek bitirmek istiyorum. “İmajinasyon yani hayal, bilgiden daha güçlüdür” demiş Einstein. Ne güzel söylemiş. Bence artık bulantı hissi yaratan görüntü kirliliğinden hatta görüntü çöplüğünden başımızı dışarı çıkarıp gökyüzüne bakıp biraz hayal kurmanın zamanı geldi.