Büşra Küçük

Klinik Psikolog/Psikoterapist

 

Bu yazıda odaklanmak istediğim alan fiziksel boyuttaki (umwelt) maddiyat ve para ile olan ilişkimiz. Fiziksel boyut genel olarak; içinde bulunduğumuz dünyayı, bedenimizi, nesneleri, coğrafyayı, sağlık durumumuzu ve faniliğimizle ilişkimizi kapsar.

Varoluşçu terapist Emmy Van Deurzen yaşamın herhangi bir anında dünyada olma biçimimizin insan varoluşunun genel haritasında konumlandırılabileceğini söyler. Buna göre dünyada olma biçimimiz dört farklı boyutta gerçekleşir. Bunlar: fiziksel, sosyal, kişisel ve tinsel boyuttur. Bu varoluş alanları iç içe geçip kesişebilir. Deurzen’e göre bu boyutların hepsinde yaşam boyu temas ettiğimiz birtakım zorluklar vardır. Bu zorluklar çözümlenemez zorluklardır ve kaygı yaratırlar ancak onlara temas etmek; onları aşmak için gereken niyet ve kararlılığı sağlar.

Bu yazıda odaklanmak istediğim alan fiziksel boyuttaki (umwelt) maddiyat ve para ile olan ilişkimiz. Fiziksel boyut genel olarak; içinde bulunduğumuz dünyayı, bedenimizi, nesneleri, coğrafyayı, sağlık durumumuzu ve faniliğimizle ilişkimizi kapsar. Buradaki mücadele tabiat kuralları üzerinde hâkimiyet kurmayla onları kabul etme arasındadır. Fiziksel boyutun bir öğesi olarak para ile olan ilişkimize baktığımızda varoluşsal meselelerimizden birine de bakmış oluruz. Maddi olarak varlıklı olmak, fiziksel olarak hayatta kalmamızı daha kesin hale getiriyormuş gibi gelirken, maddi fakirlik güvenliğimize çok yakından bir tehdit olabilir. Güvenlik için olan arzumuz ve güvensizlik ihtimali arasındaki gerginlik, fiziksel boyuttaki mücadelemizi belirleyen diğer bir güçlü öğedir (Deurzen ve Baker, 2017). Paranın, güvende hissetmeyle yakından alâkalı bir tarafı kuşkusuz vardır. Hayatta kalmaya devam edebilmek için bir miktar paramız olması gerekiyor. Yaşamsal bir güven boyutunun oluşu fiziksel bir varlık alanında olan parayı hayati bir yere taşıyor.

İnsanın maddiyata ya da zenginliğe karşı tavrı, onu hayatta nasıl ele aldığı, parayla olan ilişkisi varoluşunun fiziksel boyutunda konu edilmesi gereken önemli bir dinamiği oluşturur. Para ile olan ilişkisi yoksunluk düzleminde mi ilerliyor, bolluk ve bereketle mi yaşanıyor yoksa bolluk içinde bile bir açlık mı deneyimleniyor? Temel ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan maddi güce sahip olamadan büyümek ve bu alanda yaşanan yoksunluk biliyoruz ki varlıkta tamiri güç bazı hasarlar yaratabiliyor. Yoksunluğu küçük yaşta ağır bir biçimde deneyimlemek temel narsisistik bir zedelenmeye yol açabiliyor. Hal böyleyken maddiyat çok temel bir mesele olarak hayatın merkezine oturuyor. Varoluşun dört boyutundan herhangi birinin bu derece ön plana çıkması ise diğer boyutlarda bir gerilemeye, deneyim yoksunluğuna yol açıyor.

Paranın bir açlık olarak yaşanışı, onu elde edememe ve dolayısıyla para vasıtasıyla birtakım şeylerden mahrum kalma paraya atfedilen anlamla da yakından ilişkili olabilir. Para, kapitalist sistemde bir üstünlük ve güç aracıdır. Bugün dünyadaki ekonomik sistemin işleyişi; sahip olanın sahip olmayan üzerinde kurduğu hâkimiyet üzerinedir ve oluşan çatlaklar tam da bu sahip oluş-olmayış arasındaki dengesizliğin yarattığı tahribattan kaynaklanır. Fiziksel anlamda yaşanan yoksunluk sahip olana duyulan öfkeyi ve hasedi de yanında getirebileceği gibi yaşanan bolluk ise sahip olmayana hükmedici bir tavrı da yanında taşıyabilir.

Paranın bir açlık olarak yaşanışını, yani fiziksel bir yoksunluğu konuşuyorsak elbette insanın yemekle, doygunlukla olan ilişkisine de bakmalıyız. Beden başka türlü ifade edilemez olanı ifade edebilir. Ya aşırı yiyerek ya da aç kalarak veya ikisini birden yaparak ya da tıkınarak, kusarak ve/veya ilaçlarla mideyi boşaltarak, birey elinden gelen en iyi şekilde dünyada iletişim ve bağ kurmaya çabalar. Varoluşçu bakış açısından psikolojik ve fiziksel olan birbirinden ayrılamaz -psikolojik güdüler ve bedensel eylemler birbiriyle örtüşürler ve sezilemez bir şekilde birbiriyle ilişkilidirler (Deurzen ve Baker, 2017). Buradan hareket edersek örneğin “para yemek” olarak ifade edilen deyimin kişinin hangi açlığına denk geldiğini anlamaya çalışabiliriz. Tıpkı tok olduğu halde yemek yemede olduğu gibi parayı yemede ve para sahibi olduğu halde para açlığı çekmede de bir anlam vardır. Parayı tapınma derecesinde önemsemede de… Her birinin psikolojik bir alt yapısı olduğu düşünüldüğünde parayla kurulan ilişkinin kaygıyla, baş edilemeyen güvensizlikle, anlam arayışıyla da bir ilgisi olabileceği akılda tutulmalıdır.

Paraya sahip olunarak hangi boşluğun doldurulduğu düşünülmesi gereken başka bir konu başlığı olarak önümüzdedir. “Varoluşsal boşluk, yirminci yüzyılın yaygın bir olgusudur. Bu anlaşılabilir bir şeydir” der Viktor E. Frankl ve devam eder: İnsan, davranışlarını yönlendiren geleneklerin hızla azaldığı son gelişme döneminde, bir başka kayıpla daha yüz yüze gelmiştir. Hiçbir içgüdü ona ne yapacağını söylemez. Hiçbir gelenek ona ne yapması gerektiğini söylemez; bazen neyi arzuladığını bile bilmez. Bunun yerine ya diğer insanların yaptığı şeyleri arzular (uydumculuk) ya da diğer insanların kendisinden yapmasını istedikleri şeyleri yapar (totalitercilik) (Frankl, 2013). Böylelikle diyebiliriz ki para arzusu insanın hem diğerlerinden gördüğü ve ayak uydurduğu bir arzudur hem de varoluşsal manada yaşadığı bir boşluk duygusuyla kol koladır. Anlamsızlıkla birlikte yaşanan varoluşsal boşluk bazen ‘para istemi’ ile dengelenmeye çalışılır. Bir oyuk içine para tıkıştırılarak doldurulmaya çalışılır, tıpkı bir midenin yemekle doldurulması gibi. Yemeğin öğütülen, boşluğun anlamla dolmadığında kendini yenileyen bir şey olduğu düşünülürse o açlık, o büyük boşluk hep boş kalmaya devam edecektir.

Para açlığının yaşanış biçimine baktığımızda kaygı kavramı ile de karşılaşmak olasıdır. Nitekim yoksunluk hissinin olduğu yerde kaygının da olması kaçınılmazdır. Fiziksel bir yoksunluktan bağımsız olarak yaşanan yoksunluk hissinin oluşturduğu kaygıyı dindirmenin bir yolu, yoksunluğu doyurma yoluna gitmektir. Bu durum, paraya duyulan açlıkta çok fazla para kazanma isteği ve hayatı buna göre kurgulamak olabileceği gibi kaygıdan kaçınmak için onu yok sayarak parayla ilişkiyi tamamen başkaları üzerinden kurma, para konusunda başkalarına bağımlı olma şeklinde de görülebilir.

Yemek stresli zamanlarda bir rahatlama veya teselli şekli olarak görülür. Birçok danışan yemeği çocukken mahrum kaldıkları sevgi veya huzur hissiyle eşit tutarlar. Varoluşsal açıdan bu danışanlar çoğu kez yemeği yaşamlarıyla ilgili olarak, çaresizlik, yalnızlık ve belirsizlik hislerini yatıştırmak için kullanırlar (Deurzen ve Baker, 2017). Paraya sahip olduğu halde para açlığı çeken biri için benzer çıkarımlarda bulunmak mümkün olabilir. Birtakım duygularla baş etmenin yolu olarak para kazanmak; fiziksel boyuttaki güvenliğin ve rahatlığın sağlanması açısından anlaşılabilir. Çok kazandığı halde para açlığı çekmeye devam etmekse; çok daha geçmişte -belki çocuklukta- bir zaman dilimindeki birtakım yaşantıların, takıntıların eseri olabilir. Hal böyleyken parayla olan ilişkiyi anlamak ve çözümlemek, varoluşumuzun fiziksel boyutunu anlamaya dairdir ve o anlaşıldıkça diğer boyutlardaki meselelere alan açılmış olur. Çok boyutlu bir varlık olan insanın tam ve bütünlüklü hissedebilmesi, varoluşun her katmanını deneyimleyebilmesiyle olasıdır.

 

Kaynaklar

Deurzen, E. V., Arnold, Baker, C. 2017. İnsan Meselelerine Varoluşçu Bakışlar. (F. J. İçöz Çev. Ed.). İstanbul: Aletheia Kitap. (Özgün eser 2005 tarihlidir.)

Frankl, V. E., 2013. İnsanın Anlam Arayışı. (Selçuk Budak Çev.). İstanbul: Okuyanus Yayınları. (Özgün eser 1946 tarihlidir.)