Öznur Karaman

 

Bilinçdışımız, kurduğumuz ‘ilk bağ’ı unutmaz ve bazı değişkenlerle onu bir bağlanma modeli haline getirir. Bu ilk bağ anne karnında telepatik olarak başlayan, anne memesinde nesneleşen ve bakım sürecinde bir model olarak kendini tamamlayan bilinçdışı bir döngüdür.

Anne memesi ile kurulan bağ bilinçdışı tarafından unutulmaya ve bastırılmaya mahkûmdur çünkü diğer bağlanma modellerimizi belirleyeceği gibi ilerleyen evrelerde çeşitli nevrotik semptomların, kişilik bozukluklarının veya bazı fobik bozuklukların ilk travması niteliği taşıyabilir. Sigmund Freud’a göre; fobik olarak zehirlenme saplantısının tarihi Oidipus öncesine kadar gider ve anne ile ilgilidir. Anneden kasıt burda “anne sütü”dür. (Freud,1940:153) Anne sütü burada dış gerçekliktir. İç gerçeklikte ise ilginin verilişinin sembolizasyonu olan muhtemelen emzirme esnasında sütün içine karışan üçüncü bir nesne (kan, akıntı vb) ile karşılaşan bebeğin yaşadığı korkunun ve anneye duyduğu şüphenin bilinçdışı tarafından unutulmuş olduğu travmatik bir deneyimden geldiğini söyler. Bebekler bilinçdışında sevilip ilgi gördüğünü “beslenmesi”nden anlar.

Eğer anne bebeği çok sık ve yoğun beslerse; bebeğin alanına girmiş ve onun üzerinde bir hâkimiyet kurmuş olur. Az ve yetersiz beslediğinde ise bebek kendini terkedilmiş ve unutulmuş hisseder. Bu ilk bağ daha sonraki evrelerde bakım verenle kurduğu aktarımlara göre bir üç nesneli model haline gelir. Oidipus ile bu üç nesne belirginleşir: “anne-çocuk-baba”. Kardeş, akran veya rekabet tehdidi taşıyan her nesne burada ‘’baba’’ nesnesinin türevleri olarak geçer.

Oedipus / Jean Leon Gerome.

Jean Leon Gerome’nin Oidipus tablosuna analitik açıdan bakarsak baba ve erkek çocuk arasındaki rekabetin güzel bir sembolizasyonunu taşır. Atı ile oraya gelen Napoleon ve karşında duran Sphenx ile karşılaşması, bu çatışmayı sembolikleştirir. Burnu kırılmış Sphenx’in bulunuşu burada çocuğun babayı yok etme ve ona zarar verme arzusunu taşıyor olabilir. Bu rekabet annenin ilgisi ve sevgisi için baba ve oğul arasında geçer. Dünya bu üç nesne ilişkisi üzerine kuruludur. Hatta ilk bağ’daki anne ve bebek ilişkisinde de babanın bu döngüde varlık göstermediğinde bile bilinçdışındaki sembolü “anne memesi”dir. Çünkü baba nesnesi aslında “otorite”nin ve “sınır”ın sembolüdür.

Oidipus evresinde çocuk, bakım verenin ilgisini yeterli düzeyde alamadığında bu kırgınlıkla başa çıkabilen çeşitli savunma mekanizmalarıyla bir bağlanma gerçekleştirir veya başarısızlığında bu durum histerik semptomlara dönüşebilir. Narsistisik bir bağlanmada kişi bilinçdışında kurulan bağdaki tüm yatırımı yutmak ister. Bu yüzden onlar için bağ kurabilmenin kriteri “aşk, sevgi, vefa” gibi duygusal ihtiyaçlardan çok “ilgi ve hayranlık” ihtiyacından gelir.İkinci kişi kendisine hayran olmalı ve tüm ilgisini ona sunarak kendinde tamamlayamadığı bölünen benlik algısını ritüelize şeklinde tamamlamalıdır. Bu bağlanma modelinin Oidipus ile çatışmasından Oidipus zaferle çıkarsa histerik semptomlar gelişebilir.Tıpkı ilgi görmeyen küçük bir kız çocuğunun babasının ilgisini alabilmesi için sevimlilikler içinde uçuşması gibi, bir şeyler almanın yolunun bir şeyler vermekten geçtiği düşüncesinin bir beslenme, bağ kurma modeli olarak algılanıp; semptomlara evrilişidir histeri. Bu yüzden “hayranlık ve ilgi” ihtiyacı narsisizm ve histeri semptomlarının kökenini kapsayan ihtiyaçtır. İlkinde kişi kendini tamamlamak için bunu karşıdan bekler, diğerinde ise kişi kendisi sunar. Bu yüzden narsisist-mazoşist ilişki modeli gibi narsisist-histerik ilişki modeli de doyum döngüsünü devamlı kılar. Çünkü kişi semptomundan vazgeçmek istemez, tıpkı bebeğin anneye bağlılığı gibi bağlıdır semptomuna.

Karşındakinin ilgi açlığını besleme arzusu, idealizasyonu gerektirir. Onu ulaşılmaz, yüce, insanüstü ve harika gördüğünde tıpkı bir insanın tanrının onayı için koşulsuz herşeyi yapması gibi, onun onayı için de herşeyi yapmasını sağlar. Eğer yücelttiğin nesnenin onayını alırsan sen de yücelmiş ve değerli olursun. Açıya diğer tarafından bakarsak kişi ilgi boşluğu ile gerçeklerinden, değerlerinden ve sınırlarından uzaklaşabilir. İlginin devamlılığı adına değerlerine aykırı durumlarda bulunabilir veya kişilik olarak kendine tezat kişilere tahammül edebilir. Toplum nezdinde bu “yalakalık” olarak bilinirken bilinçdışımızda “onayda ısrarcılık ve vericilik”tir. Bu, iş hayatında da sıklıkla boy gösterir ve tehlike de arz edebilir. Her meslek grubunda bu ilgi boşluğunu kullanmaya çalışan, bunu bilinçdışı bir onaydan çok samimiyetsiz bir ikna stratejisi olarak kullananlar da olucaktır. Bu yüzden bu ilgi açlığı aynı zamanda büyük bir boşluktur da. Tıpkı bebeğin anne karnındayken bulunduğu bölge dışındaki “karın boşluğunu” bilinçdışında bilmesi ve hissedebilmesi gibi; kişi de bilinçdışında bu kendindeki ilgi boşluğunu bilir ve ona göre seçimler yapar. Bebek anne karnındayken duyumsadığı boşluğun kendisini yutabileceği ve güvenli alanını yok edebileceği düşüncesini taşımaktadır belki de. Bu sebepledir belki de insanlığın uzaya, uzay boşluğuna ve kara deliğe merakı. Karadelik tıpkı bir rahim gibidir ve sonrasında tıpkı doğan bir bebek gibi yeni bir hayatla karşılaşmayı umarız. Belki de ihtiyaç duyduğumuz ilgi ve beklentilerimiz bu yeni hayatta onay bulmuş olacaktır.

 

Kaynakçalar

  1. Sigmund S., F.( 1940). Psikanaliz Üzerine. İstanbul: Say Yayınevi.