Alena SAR

Size açlığın kelime manasını açıklamayacağım, sizi anne sütü maceramızdan başlayan Freudyen anekdotlara boğmayacağım, tahmininizin aksine, size Afrika’dan bahsetmeyeceğim. Küçük insandan bahsedeceğim.

 

Açlık konusunda yazmaya karar verdiğimde açlığı hangi açıdan ele almam gerektiğini düşünürken buldum kendimi. Ölüm oruçları, pandemi, vampir dizileri ve daha beteri olan kana açlık; burada yazarımız politikadan bahsediyor; bu kadar manşetlerdeyken genelden ziyade özele indirgemem gerekiyordu bu konuyu. Genel demişken büyük resim önemsiz diye değil, büyük resmin içindeki küçük bizler de önemliyiz diye. Size açlığın kelime manasını açıklamayacağım, sizi anne sütü maceramızdan başlayan Freudyen anekdotlara boğmayacağım, tahmininizin aksine, size Afrika’dan bahsetmeyeceğim. Küçük insandan bahsedeceğim. İlgiye açlığından veya sosyal medya beğenilerinden değil; küçük yaşamından, küçük ama büyük yaşamlarımızdan bahsedeceğim. Yaşama açlık var.

Suriye’de Halep’e 60 km. Mesafedeki Dey Hafer’de bir kadın yiyecek topluyor. WFP, yiyecekleri en savunmasız kişilere dağıtmak ve ailelerin COVID-19 ve güvenlik önlemlerinden haberdar olmasını sağlamak için Suriye Arap Kızılayı ile birlikte çalışıyor. Fotoğraf: WFP / Khudr Alissa

 

Bu yazıyı Haziran ayı, 2020 yılında yazıyorum. Özgürlüğe açlık söz konusu. Avrupa gündeminde pandemi, Amerika gündeminde ırkçılık, Afrika’da hepsi; tüm kıtalarda ise dediğim gibi: özgürlüğe açlık var. Siyah renkleri boğan yönetici emrindeki polisler var. Kahverengileri petrol ve silah sürtüşmesinde boğan yönetim emrindeki askerler var. Özgürlüğü boğan kitap emrindeki askerler var. Askerlerin ve polislerin hepsi kana aç katiller demiyorum elbette, bazılarının ellerine katillik mertebisine ulaşmak için fırsat geçmemiş olabilir. Haksızlık yapmak istemem. Başka noktalarda haksızlık var. İnsan haklarına bir açlık çekiyorum diyebiliriz. Renklerle aram bozuk benim çünkü Hindistan’da cilt beyazlatmak için sabun satılırken Fransa’da solaryum randevusu bulmak zor. Eşitliğe açlık var.

 

Dillerle de aram iyi değil, insan ırkı anlaşıldığında vahşileşiyor. Wittgenstein’a özürlerimi iletiyorum lakin eğer kendisi ölümden dirilip İstanbul’da günde beş kere Arapça namaza davet, dolmuşta Kürtçe sohbet, Taksim’de Arapça, evde Türkçe konuşan aile ve televizyonda kana susamış liderlerin vampircesini dinlese eminim onun da kafası biraz karışabilirdi. Burada yazarımızın kafası karışıyor. Dillerin yasaklanmasına alışkın bir ülkedeyim. Dinlerin de seçmeli yasaklanmasına. Okuma becerilerimi başarılı bulmama rağmen haberleri takip etmekte zorlanıyorum. Okurken nefes alamıyorum, bazen haberleri yazanlar da nefes almadan tutuklanabiliyorlar zaten. Nefes almaya açlık var.

 

Moralimiz bozulmasın diye güzel şeylerden de bahsetmek istiyorum. Aşk ve sevgi hâlâ gündemde. Çocuklarını seven anneler elbette çocuklarını sevmeye devam edebiliyorlar. Bazen çocukları kayboluyor, anneler de İstiklal’de nerede olduklarını merak edebiliyorlar. Bazen çocukları, çocuk derken, küçük çocukları ekmek almaya giderken vurulabiliyorlar. Annelerse sevmeye devam edip merak ediyorlar. Sevgiye aç asla değiller, belki de sevgiye aç olmadıkları için merak ediyorlar. Sonra aşk var, kadın ve erkek arasında ise yasal olan. Pardon, düzeltme yapıyorum, sadece kadın ve erkek arasında ise yasal olan aşkın devlet tarafından kabul edilmesi var. Diğerleri ise aşklarının yasalara neden uymadığını merak ediyorlar. Aşk ve sevgi konusunda açlığın olmaması çok güzel bir şey işte. Meraklılar içinse büfede her zaman biber gazı bulunması. Biber gazına tokluk var.

 

Güzel olan saraylar var, altın varaklı kaloriferlerle donatılmış. Doğalgaz faturasını düşünmeden oturulan saraylar. Ejderha meyvesi katılmış içecekler var. Devletin büyüklüğü var, çok güzel hem de. Küçükler liginde ise çocuklarını doyuramadığı için intihar edenler var. Pandemi sebebiyle işten ücretsiz izne çıkarılanlar var. Sahildeki yalısında spor yapanlar var. 314 Lira borcu olduğu için intihar edenler var. Bayrağımız var. Bizim olmayan topraklarda, bizim olmayan savaşlarda askerlerimiz var. Bizim olmayan topraklarda kan var. Tabutla dönen askerler var. Kendimi tekrar etmek istemiyorum ama bazen cenazelerde bile, evet, biber gazı var. Şansınız yaver gidiyorsa cop bile var. Ekmeği Dolar veya Euro ile almadığımız için karnımız aç değil. Devletimiz var. Peri masalına tokluk var.

 

Dediğim gibi, gerçekten güzel şeyler de var. Haklarını arayanlar, eşitsizliği ve ölümleri protesto edenler, her Cumartesi yerlerinde duranlar, renkleriyle-dilleriyle-dilleriyle eşitsizliğe savaş açanlar. Belki de en önemlisi umut var. Birlik var. Bildiğimiz ve bilmediğimiz dillerde şarkılar var. Küçük insanlar var. Berlin’de Türkler, Minnesota’da zenciler, İstanbul’da Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler, Araplar, Rumlar var; Paris’de Cezayirliler var. Her yerde anne sevgisi ve yasal-yasal olmayan aşklar var. Tüm kıtalarda, özgürlüğe açlık var.